NEFS Tezkiye
Nefsî Tezkîye ya da Nefîs Terbiyesi/Temizliği İslam dini ve tasavvuf terimi. Nefsin temizlenip günâhlardan arındırılması, sâf, pâk, ve olgun hale getirilmesi sürecine verilen isim.
Nefsi teskiye etmek demek nefsi temizlemek demektir. Bu temizlik "Yedi" kademede gerçekleşir. Bu kademeler tamamlandığında, tasavvufta nefs afetlerin çoğundan temizlenmiş demektir.
NEFS TERBİYESİ SON NEFESE DEK SÜRMELİDİR...
Nefsin öncelikleri vardır. Uykun varsa Aç olsanda Uyursun. 1- Uyku ihtiyacın o an yoksa 2- Açlığını giderme ihtiyacın başlar... 3-Ve sonra Gereksiz olmasa da olur ihtiyaçlar...
Bunlar kademeler aşağıdaki gibi sıralanırlar:
Yedi "Nefsî Tezkiye" kademeleri
Nefs Terbiyesi ve Akıl
Nefs, zor bir meseledir. Her an onun esiri ve onun hükmü altındayız. Ama onunla dost olmuşuz. Oysa düşman olmalıydık. Salihlerden bazıları, mürşid-i kâmillerden nefis terbiyesi hakkında nasihat istemişler ve şu karşılığı almışlar: “… Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size ‘Allah’tan korkun’ diye emrettik. ..” (Nisa, 131)
Şu halde kurtuluş, günahları silip süpürmekte, yani günahın meydana gelmesine sebep olan nefsi ıslah etmededir. Bunun yolu da takvadır. Rasulullah s.a.v. Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Gözler yol göstericidir, kulaklar işitici, dil tercümandır. Ellerin kanatların, ayakların seni menzile götüren bineğindir. Kalbin padişahtır. Eğer kalbin fitne ve fesada düşerse senden fitne ve fesat zuhura gelir.”
Hadis-i şerifin açıklamasından, nefsin dizginlenmesi gerektiği, nefsin azgınlığının kalbe tesir ettiği, kalbin hastalığının göze, kulağa, dile, ayağa, bütün vücuda hakim olacağı anlaşılmakta ve bundan dolayı da nefsine hakim olamayanın eline, diline, gözüne, sair azalarına hakim olamayacağı hükmü çıkmaktadır.
Nefs dinin emir ve yasaklarına karşı koyar. Allah, hidayete ulaşmak için insanlara akıl vermiş ve İslâm’ı onlara hükümran kılmıştır ki, aklı dinin ölçülerine vurmak suretiyle yanlışı doğrudan ayırsınlar, nefsleri haramdan sakındırsınlar. İmam Gazalî hazretleri şöyle buyurmuştur: “Kalb-i selim yani Allah’ın emrinde olmayanın aklı, ya ifrat ya tefrit noktasındadır.”
Neticede şu durum ortaya çıkmaktadır ki, nefs sahibini şerlere götürmeye çalışır. Akıl hakem olarak ortaya çıkar. Bu hakem ne ile hükmedecek? İslâm ile hükmedecek. Kur’an-ı Kerim’le, hadis-i şeriflerle, alimlerin içtihatlarıyla hükmedecek.
İslâm’a teslim olmayan kimsenin aklı, akl-ı maaş denilen dünya aklı, İslâm’a teslim olup ona uyanın aklı ise akl-ı maad, akl-ı hakikat, akl-ı selim ve Halik’i bilen akıldır. Eğer akıl nefsin esaretinde köle gibi kullanılıyorsa, ameller de nefsanî olur. Nefsanî olunca da vesvese gitmez, ibadetlerden lezzet alınmaz.
İnsan bir yandan üşürken bir yandan kapıyı camı açar mı? Bu durum, cenneti arzulayan bir insanın kapılarını şehvete, gazaba, nefsin arzularına açmasına benzer. Vesveseden kurtulamamaktan ve ibadetlerden lezzet almamaktan şikayet edenin hali böyledir.
Nefsini dinin edepleri ile edeplendir, haramlardan sakın. O zaman Allah kalbe nur indirir ve o kalp huzur bulur. Bu durumdaki kimseden şu güzel haller meydana gelir: Gafleti gider, günah işlemeyi bırakır, ibadetlerden lezzet alır, Allah’a muhabbeti, insanlara sevgi ve merhameti çoğalır.
İnsanı yüce hedeflerden acizlik ve gurura kapılmak gibi iki sebep uzaklaştırır. Efendimiz s.a.v. “Kişinin nefsini beğenmesi yetmiş senelik amelinin sevabını götürür.” buyurmuşlardır. Kimi insan ibadetleriyle, kimi işlerini başarıyla sonuçlandırdığı için, kimi de başkalarının yaptıklarını küçük görerek kendini beğenir. Kendini beğenmek ibadetin kendisini değil, sevabını ortadan kaldırır. Allah’ın rızasına aykırı olur.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım.” (Araf, 146). Böyle kimseler Kur’an’ı tekrar tekrar okusalar da feyz alamazlar. Kibirleri ve kendilerini beğenmeleri sebebiyle onların kalpleri ilâhi hitabı anlamaz.
Bu nefs meselesi tasavvuf terbiyesini icap ettirir. Dini yaşamak, hem zahirî eksikleri gidermek hem manevi kalp hastalıklarını tedavi etmekle mümkün olduğundan, bu hastalıkların tedavisi de ancak tasavvuf terbiyesiyle olabileceğinden, kâmil bir mürşit bulup onun denetiminde kalbi temizleyip nefsi terbiye etmek gerekir.
Kuşeyrî Risâlesi’nden
Nefs gazaba gelip ayaklandığında, onu haline uygun sakinleştirmek lazımdır. Nefs kızgınlık içinde feveran ettiğinde, ona güzel ahlâk ile muamele ederek gücünü kırmaktan ve yumuşaklıkla ateşini söndürmekten daha güzel sonuç veren bir davranış yoktur.
Mücahede
Mücahede konusunda Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Bizim uğrumuzda mücahede edenleri, elbette yollarımıza ulaştıracağız.. Muhakkak Allah, iyilik sahipleriyle beraberdir.” (Ankebut, 69)
Eba Saîd-i Hudrî r.a. naklediyor: Rasulullah s.a.v.’e en faziletli cihadın hangisi olduğu sorulunca, “Zalim sultanın (idarecinin) yanında söylenen hak sözdür.” buyurmuştur.(Ebu Davud, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 13; İbn Mâce, Fiten, 20)
Üstat Ebu Ali Dekkâk rh.a. şöyle dedi: “Kim zahirini mücahede (nefsini terbiye) ile süslerse, Allah onun iç alemini müşahede ile güzelleştirir. Yüce Allah bu konuda ‘Bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette yollarımıza ulaştıracağız.’ buyurmuştur. Şunu bil ki, bu yola ilk girişinde mücahede sahibi değilse, o kimse bu yolun kokusunu alamaz.” Ebu Osman Mağribî demiştir ki: “Kim mücahedeye yapışmadan bu yolda kendisine bir şeylerin açılacağını ve bir keşfe ereceğini zannederse, büyük bir yanılgı içindedir.”
Mücahedenin aslı ve esası, nefsi alıştığı şeylerden kesip uzaklaştırmak ve bütün vakitlerde onu kötü arzularının aksini yapmaya zorlamaktır. Nefsi hayırlardan alıkoyan iki özelliği vardır. Biri, şehvetine yani kötü arzularına dalmak, ikincisi de taatlerden uzaklaşmaktır. Nefs arzularına uyup azdığında, onu takva dizgini ile dizginlemek icap eder. İlahî emirleri yerine getirmede ayak diredi mi, onu arzularının tersine sevk etmek gerekir. Nefs gazaba gelip ayaklandığında, onu haline uygun sakinleştirmek lazımdır. Nefs kızgınlık içinde feveran ettiğinde, ona güzel ahlâk ile muamele ederek gücünü kırmaktan ve yumuşaklıkla ateşini söndürmekten daha güzel sonuç veren bir davranış yoktur.
Nefs gaflet ve ahmaklık şarabını içtiği zaman, her şey ona sıkıntı verir. Bu durumda onu rahatlatan tek şey, halini ortaya koyup halka güzel ve şirin gözükmektir. Onun bu sıfatının da kökünden temizlenmesi gerekir. Bunun için nefse, kıymetinin çok düşük, aslının basit ve işinin çirkin olduğunu hatırlatarak onu zillet cezasına çarptırmak ve böylece azgınlığını gidermek lazımdır.
Halkın bütün çabası, amelleri yerine getirmek ve onları çoğaltmaktır. Seçkin kulların asıl hedefi ise, (bütün bu amellerin yanı sıra) hallerini (gaflet ve benzeri şeylerden) temizlemektir. Açlık ve uykusuzluğun sıkıntısına katlanmak basit ve kolaydır; kötü ahlâkı tedavi etmek, düşük ahlâklardan kurtulup güzel hallere yükselmek ise zor ve çilelidir.
Nefsin afetleri içinde tedavisi en zor ve gizli olanı, onun övülmekten hoşlanmasıdır. Övülme şarabından bir yudum içen kimse, kirpikleri üzerinde gökleri ve yerleri taşır. Nefsin övülmeyi sevdiğinin alameti, övülme kesildiği zaman tembelliğe ve gevşekliğe dönmesidir.
Serî-i Sakatî k.s. şöyle demiştir: “Ey gençler! Benim gibi ihtiyarlamadan önce Allah yolunda ciddi gayret edin. Yoksa benim zayıf düşüp ibadetten geri kaldığım gibi zayıflar ve gereğince ibadet yapamazsınız.” Halbuki hazret bunu söylediği zaman, ibadette hiçbir gencin kendisine ulaşamayacağı bir durumda idi. Hasan Kazzâz k.s. da şöyle demiştir: “Bu tasavvuf terbiyesi üç şey üzerine kurulmuştur: İyice acıkmadan yemek yememek; uyku iyice bastırmadan uyumamak (geceyi ibadetle geçirmek); zaruret olmadıkça konuşmamak.”
İbrahim b. Edhem k.s. şöyle demiştir: “Bir kimse şu altı engeli geçmeden salihlerin derecesine ulaşamaz: Nimet kapısını kapatıp şiddet ve sıkıntı kapısını açmak. İzzet (üstünlük) kapısını kapatıp zillet (tevazu) kapısını açmak. Rahatlık kapısını kapatıp ibadet yolunda gayret kapısını açmak. Uyku kapısını kapatıp uykusuzluk kapısını açmak. Zenginlik kapısını kapatıp fakirlik kapısını açmak. Uzun emel kapısını kapatıp ölüme hazırlanma kapısını açmak.”
Ebu Muhammed Mürtaiş k.s. şöyle dedi: “Ben defalarca azıksız ve bineksiz olarak hacca gittim. Sonra bana, bütün bunlara nefsanî arzularımın karıştığı gözüktü. Bunu da şundan anladım: Bir gün annem benden su istedi, bu nefsime ağır geldi. Bundan anladım ki, benim yaptığım haclara nefsimin gizli arzuları karışmıştır. Çünkü eğer nefsim kendi arzularından tamamen geçmiş olsaydı, dinde en büyük hak olan anneye hizmet ona zor gelmezdi.”
Zünnûn-i Mısrî k.s. şöyle demiştir: “Allah hiçbir kuluna nefsinin aslında düşük olduğunu göstermekten daha büyük bir üstünlük hali vermemiştir. Yine Allah, bir kulunu nefsinin aşağılık olduğunu görmesini perdelemekten daha büyük bir zillete düşürmemiştir.”
Ebu Ali Rûzbârî k.s. şöyle demiştir: “Halka afetler üç şeyden gelmektedir. Bunlar; tabiatın hastalanması, adetlere sarılmak ve kötü beraberliktir. Tabiatın hastalığı haram yemektir. Kötü adetlere yapışmak harama bakmak, haram şeylerden gıda edinmek ve gıybettir. Kötü beraberlik, nefsinin kötü istekleri galeyana gelince ona tabi olmaktır.”
Ebu Osman k.s. şöyle demiştir: “Nefsinden herhangi bir şeyi güzel gören kimse, onun ayıp ve kusurunu göremez. Nefsinin kusurunu, ancak onu bütün işlerinde kusurlu bulan kimse görebilir.” Ebu Süleyman ise şöyle der: “Ben nefsimin hiçbir şeyini güzel görmedim ki, ondan sevap bekleyeyim.”
Zünnûn-i Mısrî şöyle demiştir: “Halka bozuk haller şu altı yoldan biriyle gelmiştir: Ahiret ameline karşı niyetin zayıf olması. Bedenlerinin şehvetlerinin rehini olması (sürekli bedenlerinin arzularının peşinde sürüklenmesi). Ecelleri yakın olmakla birlikte, uzun yaşama düşüncesinin kendilerine hakim olması. Halkın rıza ve hoşnutluğunu, yüce Allah’ın hoşnutluğuna tercih etmeleri. Kötü arzularına tabi olup peygamberleri Hz. Muhammed s.a.v.’in sünnetini terk etmeleri. Selefin ufak tefek hatalarını kendileri için (sakıncalı işlere dalmada) bir delil yapıp, onların bir sürü güzel hal ve ahlâkını görmezlikten gelmeleri.”
Öncelik ve Gaye
Zahiren birçok vird ve amelle meşgul olmak müridlerin asıl edeplerinden değildir. Sufiler hayırlı amelleri çoğaltmakla değil, içlerini kötü düşüncelerden temizlemek, kötü ahlâklarını tedavi edip güzel ahlâkı elde etmek ve kalplerinden gafleti gidermekle uğraşırlar. Sufiler farzlarla, farzların önünde ve sonunda kılınan sünnetleri muhakkak yerine getirirler. Bunların dışındaki nafile ibadetlere gelince, kalple sürekli zikir yapmak onlara göre daha faziletli ve daha faydalıdır.
Salihlerin Rüyaları
Bişr-i Hafî k.s. şöyle demiştir: “Müminlerin emiri Ali b. Ebu Tâlib r.a.’ı rüyamda gördüm; kendisine, ‘Ey müminlerin emiri, bana nasihat et’ dedim, bana şu nasihati verdi: ‘Allah Tealâ’dan sevap bekleyerek zenginlerin fakirlere şefkat (ve hizmet) etmesi ne güzeldir. Bundan daha güzel olanı ise, fakirlerin Allah Tealâ’ya güvenerek zenginlere karşı onurlu davranıp onlara tenezzül etmemeleridir.’ Ben kendisine, ‘Ey müminlerin emiri, biraz daha nasihat et’ dedim, şu manadaki beyitleri okudu:
Önce ölü idin sana bir hayat verildi; yakında yine öleceksin. Fani dünyada kalıcı bir ev yapmak imkansızdır; sen ebedi olan ahirette bir ev yapmaya bak.”